28 Kasım 2008 Cuma

kısa kısa..

- bence buzdolabı poşeti bir buzdolabınun içinde kullanılabilecek en pratik ve en süper ürün. keşke plastik olmayanı da olsa.

- sağ ve sol yanlarında açık renkli iki çizgi bulunan siyah puma eşofman altı furyasının başlangıcı ile saçları açık (uçuk) sarıya boyatıp fino satın alma furyasının başlangıcı hemen hemen aynı zaman dilimine tekabül ediyor, adına paris hilton sendromu deniyor.

- paris hilton sendromuna yakalanan dişi kısmı starbucks dışında herhangi bir yerde kahve içmiyor. "beenmiyorm" diyor. dahi anlamındaki de'yi ayrı yazmıyor, gaz çıkardığını inkar ediyor ve dışarı çıkarken üstüne muhakkak ki kendi boyutlarının en az 2 katı büyüklüğünde, yine açık tonlarda bir kürk alıyor. böylece götü donarken ciğerleri sağlam kalıyor. ekseriyetle en çok gözlerini beğeniyor lakin lens kullanıyor. soranlara "opak o" diyor.

- mado'nun hamur işi tatlıları ve dondurmasının ne kadar hastasıysam, sütlü tatlılarını da o kadar beğenmiyorum. sütlü tatlıları yapan bıyıklı adamlar dışarıda kazandibi falan yemiyorlar mı hiç?

- bolu'da bolulu hasan usta yok lan.

- hadise seksi kız. boyu da kısa. bu şartlar altında nikahına girebilirim ama eurovision'da başarılı olma ihtimali düşük. yazık o kadar da çalışıcak.

- adnan polat'ta tam bir dark lord duruşu var. konuşması, tavırları, bakışları falan bildiğin dük. al zorro'da oynat o derece. karizmatik adam. seviyorum.

- profesyonel herhangi bir çağrı merkezini arayıp telefonda sinirlendiğinizde, operatör konu ne olursa olsun mutlaka "ben size yardımcı olacağım" diyor. bu bir tekniktir. yemeyin. bırak lan senden yardım isteyen mi var müdürünü bağla domestik puşt diye çemkirin. hadi puşt demeyebilirsiniz ama mutlaka domestik deyin. şaşırsın.

- astoria'nın karşısında bulunan ve adına bursa'da baba, istanbul'da mantar dediğimiz şeyde geçen gece tam 98 saniye kırmızı yandı. ışığa girdiğimde başlayan şarkı, yeniden hareket ettiğimde bitmişti.

- akademik özel eğitim verme hadisesi keyifli ve tatmin edici bir şey ama acayip sabır istiyor. ben mümkün değil dayanamam artık.

- çelik diye insan vardı ya. kaç şarkısını hatırlıyorsunuz çelik'in?

- gaffur, recep ivedik, burhan altıntop ya da muro gibi karakterlerin şöhretleri çok sürmez. ne zaman ki ekranlardan kaybolurlar, bir anda unutulurlar. kalıcı olamazlar. zaten olması gereken de budur. tutulacaksa karakter değil, oyuncu tutulmalıdır.

- zippo rahatsızlığım olmasa sigarayı bırakabilir miydim acaba?

- bursa insanının kat3 ve malt'a bu denli yoğun talep göstermesini hiç anlayamıyorum. hadi ben her gidişimde karı kaldırıyorum ama adam geliyor bira içiyor, müzik dinliyorum, iç dünyamın dehlizlerinde boğuluyor, dipten kum çıkarıyorum ayağı yapıyor. git evinde boğul lan ne kalabalık yapıyorsun? (döverler bu madde için beni)

- günümüz dünyasında her 6 ayda bir mutlaka check-up'a girilmesi gerekiyormuş. girmeyenler tez ölecekleri gibi acı içerisinde korkunç bir hayat geçireceklermiş. basur falan olucaklarmış hep.

- yatarken klasik müzik dinliyorum bir süredir. henüz canımın sabahları viski istemesi dışında herhangi bir etkisini göremedim. lan hani gelip yalarlardı? hani bir gece için en az 250.000$ teklif ederlerdi? bak dolar da arttı? hani?

19 Kasım 2008 Çarşamba

yine uyuyamıyorum!

bu sabah (dün aslında, salı yani) 9'da kalktım ve gece yarısı 1'e kadar aralıksız çalıştım. hadi kafamın dağınıklığını, zihinsel yorgunluğumu falan geçtim; 13 saat boyunca -tekrar ediyorum- aralıksız olarak monitör(ler)e bakmış bir insanın gece yarısı saat 1.30'da yatıp uyuyamaması neyin nesidir blog? neyin işaretidir? ulan hiç değilse gözleri yorulur insanın, hatır için uyur be.

hayır sıkıntı şu ki bu hadise bir haftadır böyle sürüp gidiyor ve ben yine asla kalkmak istediğim saatte kalkamıyorum. yani gece uyuyamayıp sabah da uyuyamasam sorun yaşamayacağım aslında.

kafamı yastığa koyduğumda düşünecek süper rahatlatıcı ve uyku getirici şeylere ihtiyacım var. yattığım andan itibaren iş güç düşünmeye başlıyorum. onu böyle yapmalı, şunu düzeltmeli, bunu eklemeli, öyle olmaz böyle yapmalı derken bir bakıyorum ki saat yine 02:30 olmuş ve ben yine uyuyamamışım!

yeter lan!

17 Kasım 2008 Pazartesi

ups!

".. ihtimal dediğin uyurken yatağın bir tarafını boş bırakmaktır."

konuşması gerekirken susan ve fakat en konuşmaması gereken anda muhakkak konuşan içimdeki bu adam yoruyor beni zaman zaman.

dilimi eşek arısı soksa yeridir.

13 Kasım 2008 Perşembe

bağırma bana!

bir insana bağırarak "bağırma bana" derseniz, o an bağırmıyor olsa bile bağırmaya başlar. ona göre.

11 Kasım 2008 Salı

portishead:third

portishead 10 yıl aradan sonra, üçüncü albümü olan third'ü yaptı, yayımladı ve hatta dağıttı bile.

albümden henüz haberdar olanların heveslerini kursaklarında bırakmak istemem ama ben beklediğimi bulamadım açıkçası. third büyük açtı gibi. olmamış gibi.

umarım ilerleyen günlerde fikirlerim değişir. gerçi değişmese bile her portishead şarkısı dinlemeye değer değil midir?

amaaan,
bilemedim bi de siz bakın isterseniz.

10 Kasım 2008 Pazartesi

6 Kasım 2008 Perşembe

gecenin listesi

biraz sonra başlayacağım yolculuğu elbette yeni bir playlist olmadan bitirmem mümkün değildi. buğra ile birlikte leziz bir liste hazırladık. gerçi hem eksiği, hem fazlası var ama olsun. böyle de iyidir.

günaydınlar size,
iyi yolculuklar bana.

5 Kasım 2008 Çarşamba

runtime error!

ipod'umdan ne kadar memnunsam itunes'dan da o kadar şikayetçiyim.

sonuna kadar standart, tüm güncelleştirmeleri düzenli olarak yapılmış, orjinal, cillop gibi bir windows xp'de itunes kadar çalış(a)mayan ikinci bir uygulama daha emiinim ki olmayacak.

playlist değiştirmeye korkar oldum ulan?

apple apple gel sikime takıl der giderim.
bıktım be!

edit: yaşasın winamp ipod plugin, yaşasın winamp media library!

sabah gelgitleri

sıkılıyorum. başlayalı yaklaşık 15 gün olan ve en iyi ihtimalle 20 gün sonra bitecek bir tadilat dolayısıyla bir süredir (bir haftadır falan herhalde) bursa'dayım. (yoğurt kabına işediğim günler oldu. üstelik bir defasında taşırdım!) neyse ki yarın bu saatlerde şehir değiştiriyor olacağım.

gittiğin yerde sıkılmayacak mısın dersen;
deme blog. geçer.

neyse.
bursa'da geçen bu son günü biraz olsun çekilebilir kılmak adına bu sabah güne bir kaç küçük değişiklikle başlamaya karar verdim. şimdi gidip kendime sade, sert bir filtre kahve hazırlayacağım. kahvemi içerken sakal traşı olacak, akabinde ise süper bir kahvaltı eşliğinde how i met your mother izleyeceğim. bu sırada güneş yüzünü göstermeye başlayacak, ben de derhal fotoğraf makinemi kapıp sokağa koşacağım!

evet sonunda gün boyu esnemeyi ve uykusuz kalmayı göze aldım. gerçi traş olmaya ve kahvaltı hazırlamaya çok üşeniyorum. dışarıda sesiz bir kahvaltı yaptıktan sonra berbere uğrayabilirim aslında. düşünülebilir bu.

tamam. popomu kaldırdım ve gidiyorum şimdi.
sıkkının zıttı ne olur bilemedim ama onunla geçen günler diliyorum size.

4 Kasım 2008 Salı

koy beni gözlerine

tahmin edebileceğiniz üzere senin aşkın bana şampuan faciası yaşar dinlemeye devam etmeme engel olamadı.

"sence en güzel yaşar şarkısı hangisi?" deseniz muhtemelen tökezlerim ama hayali bir top 3 olsa, aklıma ilk gelen şarkılardan bir tanesi koy beni gözlerine olur herhalde.

eser ile ilgili detayları sözlükten edinebilir, derhal dinlemek için ise aşağıdaki sevimli kutucuğu kullanabilirsiniz.

sevimli kutucuk:










kravatlı amcalara not:
bu muazzam şarkı olur da çalarsa biliniz ki tanıtım amaçlıdır, mümkün değil download edilemez ama olur da edilirse bile 24 saat içinde bla bla bla..

ulan bu sefer de benim yüzümden kapatacaklar blogger'ı..
bu kıyağı babası yapmaz adama. sevildiğinizi bilin.

3 Kasım 2008 Pazartesi

senin aşkın bana şampuan?!

az önce korkunç bir şey fark ettim sevgili ziyaretçi!

yaşar'ın göz yakmayan adında bir şarkısı var ve üstelik bu şarkıyı ajdar, hepsi, serdar ortaç falan değil bizzat yaşar söylüyor!

bak sözlerini yazıyorum, dikkatle oku ve nakarata dikkat et lütfen!

yandığım çok oldu
nazarla göz oldu
birdenbire karşımda
sen diye göz doldu

yaşım da çok oldu
başıma gelen sondu
birdenbire karşımda
dillere söz oldu

her gün yıkanmayan
gözüme ziyan
bana yalvaran
nerede şu an

senin aşkın bana şampuan
ne yüzü ne de gözümü yakmayan


her gün ağlayan
bana yalvaran
gözüme ziyan
nerede şu an

senin aşkın bana şampuan
ne yüzü ne de gözümü yakmayan


ah bir bilsen
ah bir görsen
senin aşkın yarı şaşkın
göz yakmayan


yaşar bu şarkıyı yazarken ne içtiyse aynından istiyorum!

arsenal vs. fenerbahçe

efendim gönüllerimizin şampiyonlar ligi şampiyonu fenerbahçe, 5 kasım 2008 günü emirates arena'da arsenal'ın konuğu olacak.


bu sezon şampiyonlar liginde arsenal ile oynadığı ilk maçı kendi evinde 5-2 kaybeden fenerbahçe'ye ve fenerbahçe camiasına çarşamba günü oynayacakları maç için öncelikle şans (sabır mı demeliydim yoksa) diliyorum.

şimdi fena da sayılmaz aslında, arsenal'ın adebayor, walcott ve sagna gibi üç önemli oyuncusu sakat, bana öyle geliyor ki bu defa kolay kolay 5 atamayacaklar. kendi adıma 2-1 ya da 3-1 gibi net bir skor beklerken, şanlı fenerbahçemizin esas üstünde durması gereken konunun, gerçekleri tarih yazar, tarihi de galatasaray! cümlesinde geçen galatasaray'dan kaç yiyeceği olduğunu da hatırlatmadan geçmek istemiyorum.

youtube var mı bilmiyorum ama günün anlam ve önemine binaen şunu da yenileyip öyle bitirelim;
http://www.youtube.com/watch?v=7hBTKLGV7jc

"şanlı fenerbahçemiz"
hay allah ya ahahaha!

edit: cevabı burda.

mintax!


blog,

neden bilmiyorum ama sabahın bu saatinde, hafif de alkollü bir halde; internet aleminde ne oluyor ne bitiyor, networklerimiz ne alemde, trafiğimiz ne durumda, sunucular hallerinden memnunlar mı falan diye bakınırken aklıma geldi;

- "nasıl becerdin?"
- "mintaxla canım mintaxla, mintaxla canım mintaxla.."

iyi miyim bilmiyorum.

1 Kasım 2008 Cumartesi

yeni bir kasım..

aslında kolay kolay kaybetmem, zinhar vazgeçmem de lakin; vazgeçmeyi de bilmek gerekiyor bazen. işbu sebepten olacak ki, haksızlıkları, söylemek istediklerimi ve hatta söylemem gerekenleri bile susuyorum nicedir. ironik aslında; bir zamanlar susadığın şeyler, günün birinde susma sebebin oluveriyor. hayat.. deyip geçiyor, alışıyorsun bir zaman sonra.

ancak bazen, aradan geçen onca zamana, değişen tüm o şartlara, gidenlere ve hatta kalanlara rağmen yine düğümleniyor boğazın. yine yorgun hissediyor, yine özlüyorsun eskiyi, eskileri ya da eski günleri. şimdi sustuğun o haksızlıkları ve söylemen gerekenleri düşünüyor, haksızlığı haykırıp hakkını istemek geçiyor aklından ama bu defa da asla geri gelmeyecek üçüncü şey; geçen zaman engel oluyor, başladığın yere dönüyorsun.

doğduğum ay olmasına rağmen kasım böyle bir ay benim için. cezalı ağaçlar vardır ya hani askeriyede hep anlatılan; hah işte, kasım da aynen öyle bir ay bence. yeniden sevemiyorum kasım'ı. ne yumuşak renkleri ne de hüznü çekici gelmiyor bana epeydir.

sevmiyorum kasım'ı zira bugün -ajandamdan- kopartılmış her yaprak o ahlaksız kasım'dan bir parça aslında.

sevmiyorum kasım'ı..