27 Şubat 2009 Cuma

ağlak!

"yani artık ağlaman için başına ne gelmesi lazım?" deyip "galatasaray 2000'de uefa kupasını aldığında ağlamamış mıydın?" diye ekledi.

"hatırlamıyorum ama yüksek ihtimalle ağlamışımdır" dedim. -ağlamıştım! hatta hala o günlerden kareler gördüğümde ya da eski maçları izlediğimde gözlerim dolar, neyse.-

"olur da bu sene de alırsa, ağlarsın yine yani?" dedi.

cool yaptım.

"böyle güzel şeye ağlanır mı, sevinçten ağlamak mı olurmuş?!" dedim.

yalandı.

nasıl ağlarım var ya;
pipim koptu sanırsınız.

yana yana, salya sümük..

26 Şubat 2009 Perşembe

cim-bom-bom!

ses tellerimiz yine çok zorlandı, yine tam da ümitler tükendiğinde hep bir ağızdan gol diye bağırdık. işin enteresan yanı, bu defa galatasaray taraftarının hiç alışık olmadığı bir galatasaraylı; sabri sarıoğlu vesile oldu ayağa kalkmamıza.

zor oldu ama oldu.
ben bildiğin yıprandım, eskidim hatta.

oldu ama.

16 Şubat 2009 Pazartesi

hünkar beğendi

bütün sebzeler yeşil, kırmızı falanken patlıcan gibi siyah bir sebzenin -evet canım patlıcan siyahtır ve mor diyen açıkça şuursuzdur! gülme!- alabileceği en güzel haldir hünkar beğendi.

hikayesini bilmiyorum ve beğenen hünkar ile şahsen tanışmışlığım yok ama isminden yola çıkarak kabaca kendisinin bir akşam yemeği sırasında alelacele uydurularak servis edildiğini ya da daha makul olacak şekilde; deneysel bir çalışma olarak sunulduğunu düşünebiliriz sanırım. iki ihtimalde de riskli bir hadise.

yani düşünsene ben hünkarım, devletliyim, cihan imparatoruyum. öküzün biri akşam yemeği diye önüme kıymalı patlıcan koymuş. hadi beğenirsem tamam da, ya beğenmezsem? tiz vurun kellesini deyip sonra hemen karar değiştirir, ya da yok yok dayaktan gebertin ibneyi diye düzeltirdim şahsen. terbiyesize bak?

bak işte bu anlamda, gerek taşıdığı risk; gerek ise eşssiz lezzetinden ötürü takdire şayan, uğruna prangalar eskitilesi bir yemektir hünkar beğendi. tabii benim hikayelerimden bir tanesini kabul etmeniz durumunda geçerli bu. ben yıllardır böyle düşünürüm hünkar beğendi hikayesini ve ağzıma attığım her lokmada da tebrik ederim ilk uyduranı.

gerçek çoğnulukla tatsızdır ya hünkar beğendinin aksine, işte o sebeple hiç merak etmedim asıl hikayesini. hem benimki gayet güzel. eğlenceli de.

akşam yemeğine 20 dakika kala mutfakta yaşanan o karmaşayı düşünsene, yaptığın yemeği padişah yiyecek ve ilk defa denenen bir şey hazırlıyorsun.

hünkar beğendi risktir.

(bkz: risk nedir sorusu için mezun olamamak/@thug love)

11 Şubat 2009 Çarşamba

bara kobama modeli yerel seçim kampanyası

malumunuz, ailemizin abd başkanı bara kobama seçim kampanyaları süresince internette ne kadar sosyal ağ, ne kadar kullanıcı bazlı içeriğe dayalı web sitesi varsa hepsine bir girdi, bir çıktı. hemen her taşın altında bara kobama vardı, bazen bir youtube videosunda, bazen facebook grubunda; yer yer ise flickr sayfalarında rastlıyorduk çikolata renkli başkana.

bara kobama'nın seçim çalışmaları yine ailemizin şişli belediye başkan adayı mustafa sarıgül'ün dikkatini çekmiş olacak ki; kendisi bir adet twitter profili oluşturmuş, hatta oluşturmakla kalmamış baya aktif olarak kullanmış da.

öyle ki 138 takipçişi ve 42 update'i var.

vallahi aferim diyeceğim ama yakışıkalmaz diye tahmin ediyorum.
büyük başkan çok yaşa diyeyim bari. beğendim.

sarıgül'e twitter üzerinden ulaşmak ve "@msarigul peki geri dönüştürülebilir atıklar ne olacak? neden alınmıyor kardeşim bunlar!" yazmak için şu bağlantıyı kullanabilirsiniz. şu sıra istediniz istediniz. bi daha zor bulursunuz. hem isteyenin bir yüzü kara. çemkirin gitsin.

9 Şubat 2009 Pazartesi

bu ne ya?

uyuyamadım.

birazdan saatlerdir keyifle oturduğum koltuktan kalkıp hazırlanmam ve akabinde de mudanya'ya doğru yola koyulmam gerekecek. umarım deniz otobüsü seferlerinde aksama olmaz. zaten uykusuzum.

şirkette işler bu hafta ne derece karışacak kestiremiyorum. hoş, hiçbir iş karışmasa bile yoğun bir pazartesi olacak. pazartesi günleri zaten hep yoğun olur. neden yoğun oluyor ki pazartesi günleri blog? cumartesi geceleri gibi olsa ya her gün, içip dans etsek?

mutsuzluğu getirecek ya da mutsuz olmayı gerektirecek hiçbir şeyin olmaması güzel. iş harika. her gün biraz daha keyifli. çözülmesi gereken birkaç problem kaldı sadece, onlara da nokta koyduğumda yıllar boyu uykularımı meşgul eden her şeyden kurtulmuş olacağım. oh be!

gerçi tüm bu güzel, keyifli şeylerin yanında;
zaman zaman düşünüyorum da; eski heyecanından uzak, monoton ve düz devam ediyor sanki hayat. mantıklı falan. rahatsızım galiba biraz bundan. oysa bir zamanlar çok arzulardım şu an içinde bulunduğum dinginliği. hayattan istediklerimi alabildiğim için şanslıyım sanırım. her zaman heyecanlı olacağız zıp zıp zıplayacağız diye bir şey yok neticede?

deniz otobüsü seferleri aksamasın lütfen. uyumalıyım yolda biraz. gerçi uyursam uyanamayabilirim. uyanamasam? aynı gemiyle geri dönüp evime gelsem, yüzyıllardır ait olduğum yatağımda, yüzyıllardır hasretini çektiğim o uykuyu çeksem? çok sıkıcı lan? ben deniz otobüsünde uyumasam daha iyi bence. kitap okuyayım madem.

cumartesi günü traş oldum. süper kısa kestirdim saçlarımı. nedense ensemde sürekli bir kalorifer, bir elektrikli ısıtıcı falan varmış gibi hissediyorum. çok keyifli orgazmik bir şey aslında ama hep tetikteyim birden soğuyacak ortalık diye. iki gündür soğuduğu falan yok halbuki. rahat olsam ya biraz?

"rahat ol" demiştim vaktinde di mi? hey gidi. şu sıralar en büyük fobim haline gelen yaşlılığı ve yaşlanıyor oluşumuzu, hayatta yarattığımız tamamen yersiz o stresi, kuşkuyu, rahatsızlığı ve hatta mutsuzluğu bile tamamen ortadan kaldıran bir düşünce biçimiydi. hala öyle aslında. vaktinde "rahat ol" deyip kafamı hafifce sağa yatırmasam bugün bunları yazıyor olamazdım heralde. yine eskisi rahat olsam en iyisi gibi olur bence.

uykum geldi. işi özledim. ben kazara emekli falan olmamalıyım, sıkıntıdan ölürüm muhtemelen. yağmur başlamasın lütfen. korkunç olmasın trafik. yani tamam trafik muhakkak korkunç olur ama çok korkunç olmasın. bunun için de lütfen yağmur başlamamalı en azından ben ofise girene kadar. kopuk kopuk yazmayı özlemişim. yazmayı da özlüyorum aslında. bakmayın buraya pek bir şey yazmıyorum ben. hiçbir yere bir şey yazdığım yok gerçi. bu havada deniz otobüsü seferi neden aksasın ya? yağmur bile yok?

çay demlemek lazım. sonra valiz hazırlamak, sonra kahvaltı yapmak, sonra da koşarak uzaklaşmak şart bu memleketten. ensem nasıl sıcak, nasıl güzel. "ensende nefesimi hissedeceksin, gavat!" repliği geldi aklıma şu an, arkama baktım kimse var mı diye. yoktu. sevindirici bir gelişme, heyecanlı bence?

annelerin en güzeli uyanmadan çayı demlesem iyi olur. bu -yazdığım diyemeyeceğim- kopuk cümlelerin başlığı ne olsun? kabartma tozu pastayı ne kadar kabartır? lan bu serdar ortaç'ın bi şarkısı var gram diye, ne güzel o ya?

8 Şubat 2009 Pazar

cumartesi gecesi sendromu

önceden cumartesi gecelerimiz fevkalade keyifli ve ertesi sabah hatırlan(a)mayacak kadar bol alkollü geçerdi.

ne olduysa, son 2-3 aydır pek tat alamıyorum cumartesi gecelerinden. öyle ki eve gelip, bilgisayarımın şifresini tek seferde yazıp, bir süre e-posta ve google reader okuyup düzgün bir türkçe ile blog bile yazabiliyor; tatsız -ya da yeterince tatlı olmayan- cumartesi gecemden bahsedebiliyorum.

süper eğelcenli cumartesi gecelerim geri dönsün lütfen.
salı gecesi manyakça dağıtıp çarşamba günü 23 saat çalışmanın hiç manası yok zira.

yeterince güzel geçmeyen cumartesi gecelerinden şikayetçiyim.

.. ama yine de çok içtim. ulan madem eğlenceli değil neden içiyorsun bu kadar hayvan?

6 Şubat 2009 Cuma

changeling

bugün changeling'i izledik blog. beğendik. angelina jolie yer yer itici olsa da genel olarak başarılıydı, clint eastwood'a söyleyecek söz yok. gergin ve fakat son derece akıcı bir 2,5 saat geçirmek isteyenler için yakın zamanın en iyi alternatiflerinden bir tanesi diyebilirim.

tek eksik soundtrack konusunda yaşanmış. bana sorsalar kibariye - annem ile başlamalarını önerirdim.

biraz ağır ama bütünüyle iyi bir film olmuş changeling. güzel.

4 Şubat 2009 Çarşamba

pazar günü seni kilisede göremedim tuğçe?

çok değil, 4 sene önce hristiyan olarak yunanistan'a yerleşen, akabinde de ismini bulamadığım yunan bir kimse ile hayatını birleştiren yabancı gelin tuğçe, eşinden boşanma kararı almış ve apar topar türkiye'ye dönmüş. daha da gitmez atina'ya heralde.

buraya kadar normal. işin enteresan yanı, tuğçe türkiye'ye dönmekle yetinmemiş; yeniden müslüman olmuş. baya böyle kelime-i şehadet getirmiş.

lan çok güzel? sanki ortada çizgi var, bir tarafı islamiyet bir tarafı hristiyanlık. pazarları hristiyansın şaraplar dolmalar, bayramlarda müslümansın şekerler çikolatalar, baktın ikisi de işine gelmedi hoop anında başka bir kafileye; bütün kutsal kişiklerle yakınsın, kankasın bir kere. hepsini tanıyorsun. günün birinde isa'ya da işin düşebilir neticede.

şayet karşımda bir it çalışanı olsaydı bu olan biteni tanımlamak için kullanacağım tabir bug abuse olurdu. gülünürdü de ha, prim yapardı yani.

işte bakınız, parayla imanın kimde olduğu belli olmuyor mümin kardeşlerim. hal böyle olunca ben de tuğçe'yi allah'a emanet ediyor (hayır uslu durmuyor çünkü emanet etmeyince, popüler inanışları bitirince sonsuz boşluğa düşecek kız) ve işime dönüyorum.

takdir de ediyorum ama bir yandan. unuttum sanılmasın.

2 Şubat 2009 Pazartesi

ıssız adam

çapkın ve libidosu yüksek bir adammış. tabii; filmde olunca çapkın ve libidosu yüksek derler ama bakkalda karşılaştığı adam olsa sapık olur.

ıssız ya, çağan ırmak çekti ya;
libidosu yüksek ve çapkın.

sapık değil.

ıssıza da sapık diyeceksiniz ulan! demiyorsanız ben ve arkadaşlarım da çapkın ve libidosu yüksek gurme olarak anılmak istiyoruz! biz de şarap içebiliyoruz!

1 Şubat 2009 Pazar

2009 analizi

istatistikleri bilimsel verilerle, sonuçları da yaklaşık 5 saattir aralıksız olarak okuduğum makalelerle birleştirdiğimde, 2009'un gelir modeli olarak alternatif mecrayı kullanan şirketler için çok çok zor bir yıl olacağına kanaat getirdim.

reklam bütçelerinde %8 - %12 arası bir düşüş ve online reklam gelir modelli şirketlerin sayılarında %3 - %5 arası bir artış bekleniyor. bununla birlikte, süresiz olarak askıya alınan ya da iptal edilen dev reklam kampanyalarının sayılarında da korkunç bir düşüş var.

tüm bunlar demek oluyor ki online reklam sektöründe ücretler düşecek, arz artacak ve talep azalacak.

bu kasvetli havanın ardından fırtına değil, orta büyüklükte bir yağmur geleceğini umalım. istediğimiz gibi olursa ne ala; ama yanılırsak, bilin ki internette çok şey değişecek ve bu değişiklikler hiç hoşumuza gitmeyecek.