24 Aralık 2008 Çarşamba

çok kısa

- "acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimiz de" cümlesinin "acı çekmek sosis ise, sosisliyiz ikimiz de" cümlesinden daha farklı bir anlam ifşa etmediğine kanaat getirdik.

- "açlıktan ölmek üzere olsan, eceliyle ölmüş arkadaşını yer misin? önce neresini yersin?" sorusu ile ilgili yanıtları bulduk. yenir.

- "donmak üzere olan arkadaşınız eşinizle sevişssin mi?" derseniz; ondan henüz emin değiliz.

22 Aralık 2008 Pazartesi

zaman geçerken..

şey diycem blog,

sence de en güzel yıllarımız pazar sabahları kahvaltıdan hemen sonra trt1 diye garip bir kanalda, uzun, beyaz saçları olan bir adamın programını izlemekle ve boyunlarımızı kesen kolalı, beyaz yakalarımızdan nefret etmekle geçmedi mi?

ben ne diyorum biliyor musun;
şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, o uzun saçlı adamın programını yeniden, tekrar tekrar izlemekten bıkmaz ve beyaz yakamdan nefret etmeye kaldığım yerden devam ederdim.

zaman, zamanla daha da hızlı akmaya başlıyor ve ben muntazaman geri kalıyor, hazır geri kalmışken geri dönmenin bir yolunu aramaya başlıyorum. bulamıyorum! bulamayınca hevesleniyor, bir tur bekleyip en azından biraz soluklanmak, olan biteni sindirebilmek adına biraz dinlenmek istiyorum ama ne yapıyorsam uzay-zaman sürekliliğini* kıramıyorum.

hani büyüdükçe daha hızlı büyüyoruz,
yaşlandıkça daha hızlı yaşlanıyoruz ya;

hiç sevmiyorum!
böyle de net bir insanım.

*all i know about the space-time continuum, i learned from back to the future!

19 Aralık 2008 Cuma

erkeksin di mi?

peki çirkince bir dişinin dedikodusunu yaparken "dayak kaldırır ama o kız" diyen arkadaşıma "anca dayak kaldırır zaten" demiş olmam ne kadar ayıp?

arkadaşım lan o benim?
şu erkeklik genleri çirkinleştiriyor zaman zaman insanı.

epey güldük gerçi.

nonoş musun lan sen? düzeltmesi: hayır arkadaşım erkeklik genlerim ve pipimle gayet mutluyum. hormonal bir şikayetim de yok çok şükür. anlık bir tiksintiydi bu. geçti.

gabriella cilmi - sweet about me

bak amy mcdonald bir, gabriella cilmi iki. şimdi mümkün mü bu kızcağzın 16 yaşında olduğunu inanmak allahaşkına? amy winehouse bok yesin. -yemediği bir o kalmıştır heralde- gabriella cilmi hem sevimli, hem güzel şarkı söylüyor.

buyrun dinleyin;
gabriella cilmi - sweet about me








hastasıyım.
evlenmem ama uzun soluklu bir birliktelik düşünebiliriz.
selam olsun.

14 Aralık 2008 Pazar

bayram notları

eveeeet, dolu dolu ve eğlenceli bir bayramı daha geride bıraktık. aslında paylaşacak çok şey var bayrama ve bayram tatiline dair ama bir kısmını çoğnulukla sarhoş olduğum için hatırlamıyorum, e bir kısmı da sizi ilgilendirmiyor.

söyleyebileceklerimi şöyle kısaca, kronolojik olarak aktarmak isterim;

- cumartesi: cumartesi gecesi çok alkol almıştık yanılmıyorsam. kayda değer pek bir şey yoktu ama eğlenmişizdir heralde. blue margarita falan içtim. hastasıyım.

- pazar: arife günü sıkıcıydı. alışverişe çıktık. aşıklar'da maç izledik. ben ilk gol gelene kadar lincoln'ün hatay doğumlu olduğunu iddia ettim. arada birimiz "metiin!" diye bağırdı, "kiim" diye cevap verip güldük. gece sıkıldım. çalıştım.

- pazartesi: bu bayram, sonunda kurban kesme hadisesini güzel organize etti aile büyükleri, kurbanımız köyde kesildi, parçalandı. eve servis edildi. rahattı. sürekli el öpmeyle geçen bir günün ardından gece yine çok sıkıldım. sabah 6'ydı çalışmayı bırakıp yattığımda.

- salı: ikinci günü evdeydim. çalıştım. işime aşık olduğuma kanaat getirdim. akşam buğra geldi. bizde birer kahve içip onlara geçtik. biraz film izleyip yemek yedik. evde sıkılınca burak ve kafilesinin yanına zıpladık. yine epey içtik. çağla'larla karşılaşıp ertesi gün için randevulaştık. kimseye asılmadık. eve dönerken buğra arabanın önüne işedi. kokoreç çok kimyonluydu. (gerçi bence değildi de neyse)

- çarşamba: üçüncü günün sabahında prison break izledik. kaçak çay tükettik. bir daha kaçak çay içmemeye karar verdim. bir ara çıkıp çağla ve çağla'yı aldık. murtür[1] içtik. sarışın çağla acayip sarhoş oldu, esmer ayıktı. daraldım. zeus şakamı her ne kadar kimse duymamış da olsa bence süper komikti. gece geç vakitte yine yalnız kaldığımızda gönül kahvesi'nde kötü şakalar yapmakla meşgul olan burak'a uğradık. kahveleri ona soktuk. eve döndük. şu an adını hatırlayamayacağım bir film izledik. eğlenceliydi. sabah ezanıyla birlikte acıktık. bekir usta'ya gittik. enteresan şekilde şişlenmedik. bekir mangala düşen peçeteyi eliyle alınca biraz şaşırdık yalnız ne yalan söyleyeyim. tamamen "ucuz adamlar" konseptli bir geceydi. güldük baya.

- perşembe: dördüncü gün hiçbir şey olmadı! gündüz çalıştım. gece buğra'nın ilkokul arkadaşlarıyla birlikteydik. uzunca bir süre, sonunda ne açılan ne de kapanan herhangi bir parantez olmayan üst üste iki nokta gibiydim. bayram dahilinde alkolün bokunun çıktığı tek geceydi. bir ara beyoğlu'nda fotoğraf stüdyom oldu. bir ara da aşk diye bir şeyin olmadığını iddia ettiler, konsepti beğenince "yok yok yok" diye destekledim. şarkıydı galiba o. beyaz kelebekler kolajımız grup içerisinde takdir görmedi ama bence başarılıydı. onur inanılmaz sarhoştu, güldük. o gece olmayan hiçbir şey normal değildi ama yine de keyifliydi. zarifti.

işi ve istanbul'un karmaşasını özledim. tatil fazla uzundu. gerçi nasılsa çok zengin, dertten tasadan yoksun bir milletiz. biz tatil yapmayalım da kim yapsın?

yatmak bence de bize çok yakışıyor ama gelin geri dönelim,
yeni yıl -özellikle ekonomik açıdan- hiç de kolay geçmeyecek zira..

[1]murtür (as "murat türker"): ilk olarak murat ve türker isimli iki yağız tarafından denendiği iddia edilen votka, pudra şekeri, toz içecek ve jelibondan oluşan bol alkollü içecek. dişiler üzerinde yarattığı ("aa çok tatlı süper", "bu ne be bi büyük votka içerim ben böyle", "shot içildiğine emin misin bunun? su bardağı falan yok mu?") etkilerle meşhurdur. bayılırız.

9 Aralık 2008 Salı

dem

ulan dem* ne güzel albümmüş ya, bi rakı eksik yanında. çok eğlenceli.

*yaşar'ın divane, esirinim ve masal albümlerindeki unutulmaz şarkılarından derlediği akustik albüm, ekim sonunda yayımlandı.

8 Aralık 2008 Pazartesi

bayramlar, bayramlar..

değerli takipçiler, saygıdeğer arama motoru referanslı ziyaretçiler ve canımdan çok sevdiğim aile büyüklerim başta olmak üzere hepinizin -ve hatta hepimizin- kurban bayramını kutluyor, sevdikleriniz -ve hatta sevdiklerimizle- birlikte ütopik mutluluklar, çoşku dolu dokunuşlar (dokunuşlar?) ve çılgın eğlenceler, şen kahkahalar diliyorum.

iyi bayramlar!

edit: hayatımda yazdığım en tırt bayram tebriği olmuş lan bu. komik desen değil, makul desen değil, sade desen değil, devrik, çarık çurpuk bişi yazmışım. güzel yazardım halbuki bayram, yeni yıl tebriklerini falan ben?

6 Aralık 2008 Cumartesi

arog


arog'u izledim. çok güldük ama keşke imkan olsaymış da biraz daha uzun olsaymış film. hikaye biraz yarım kalıyor gibi hissettim şimdi düşününce. spoil etmemek adına detaya inmiyorum, mutlaka izlemelisiniz deyip konuyu kapatıyorum.

edit: aa bu arada dikişlerimi aldırdım bugün sonunda. davullar vursun, zurnalar çalsın! şampanyalar şaraplar gırla gitsin, dikişlerimin alınması tüm yurtta ve dış temsilciliklerde çoşkuyla kutlansın, yer yer ağlayanlar olsun sevinçten!

1 Aralık 2008 Pazartesi

yirmilik çıtır(tı)

tabii sizin dünyadan haberiniz yok; ben haftasonu ailemizin diş hekimi tuğrul ile birlikteydim. perşembe 6, cumartesi 3 saat olmak üzere toplamda 9 saati bulan ve ne yalan söyleyeyim; hiç de hoş sayılmayacak bir takım dental operasyonlar geçirdim. sahip olması gereken açı ile mevcut açısı arasında 90 derecelik fark olan iki yirmi yaş dişimi -kelimenin tam anlamıyla- aldırdım, bir kaç dolgu, temizlik falan yaptırdım.

fazla detaya inip de midenizi kaldırmak ya da içinizi karartmak istemiyorum ama şunu söylemeden geçmemeliyim ki; yirmi yaş dişleri asla ve kata şakaya, ertelemeye gelmiyor. bir yirmi yaş dişinin çıkarken çektirtiği ızdırap yetmiyormuş gibi, çekilirken ya da alınırken çektirdiği ızdırap da yadsınamayacak bir hal alıyor siz boşverdikçe. boşvermeyin.

ağzımın şu anki hali hiç iç açıcı değil. cumartesi gününden beri sürekli çorba içiyor, çay, kahve, alkollü içecekler ve soğuktan uzak durmaya gayret ediyorum. muhtemelen ağzım -her ne kadar sıklıkla gargara yapıyor olsam da- fare leşinden farksız kokuyordur.

yani kısacası;
bu satırları oniki dikişim ve yüzümün sol tarafında bulunan limon büyüklüğündeki şişliğim ile birlikte yazıyoruz. garip bir duygu aslında. ağzında biri var falan.

neyse.
şimdi hem uykum, hem ağrım var yalnız; pazar akşamı deniz otobüsünde kahkahalar atarak "ay dur evladım bi dakka bi dakka bi geçmem lazım bi dakka dur dur" deyip ayağıma basmak suretiyle dengemi bozan ve akabinde de yüzümü kapının kenarına çarpmama vesile olan koca götlü dangalak teyzenin kalıbına sıçma isteğimi dillendirmeden noktalamak istemiyorum kara günlerime ait bu notları. bir deniz taşıtının içinde, ağzında oniki dikiş olan bir insanı kenara atacak kadar önemli ne olabilir ki? şimdi uygun mu şu ortam yolculuğa yani? ha ido? uygun mu?

davay.