1 Aralık 2008 Pazartesi

yirmilik çıtır(tı)

tabii sizin dünyadan haberiniz yok; ben haftasonu ailemizin diş hekimi tuğrul ile birlikteydim. perşembe 6, cumartesi 3 saat olmak üzere toplamda 9 saati bulan ve ne yalan söyleyeyim; hiç de hoş sayılmayacak bir takım dental operasyonlar geçirdim. sahip olması gereken açı ile mevcut açısı arasında 90 derecelik fark olan iki yirmi yaş dişimi -kelimenin tam anlamıyla- aldırdım, bir kaç dolgu, temizlik falan yaptırdım.

fazla detaya inip de midenizi kaldırmak ya da içinizi karartmak istemiyorum ama şunu söylemeden geçmemeliyim ki; yirmi yaş dişleri asla ve kata şakaya, ertelemeye gelmiyor. bir yirmi yaş dişinin çıkarken çektirtiği ızdırap yetmiyormuş gibi, çekilirken ya da alınırken çektirdiği ızdırap da yadsınamayacak bir hal alıyor siz boşverdikçe. boşvermeyin.

ağzımın şu anki hali hiç iç açıcı değil. cumartesi gününden beri sürekli çorba içiyor, çay, kahve, alkollü içecekler ve soğuktan uzak durmaya gayret ediyorum. muhtemelen ağzım -her ne kadar sıklıkla gargara yapıyor olsam da- fare leşinden farksız kokuyordur.

yani kısacası;
bu satırları oniki dikişim ve yüzümün sol tarafında bulunan limon büyüklüğündeki şişliğim ile birlikte yazıyoruz. garip bir duygu aslında. ağzında biri var falan.

neyse.
şimdi hem uykum, hem ağrım var yalnız; pazar akşamı deniz otobüsünde kahkahalar atarak "ay dur evladım bi dakka bi dakka bi geçmem lazım bi dakka dur dur" deyip ayağıma basmak suretiyle dengemi bozan ve akabinde de yüzümü kapının kenarına çarpmama vesile olan koca götlü dangalak teyzenin kalıbına sıçma isteğimi dillendirmeden noktalamak istemiyorum kara günlerime ait bu notları. bir deniz taşıtının içinde, ağzında oniki dikiş olan bir insanı kenara atacak kadar önemli ne olabilir ki? şimdi uygun mu şu ortam yolculuğa yani? ha ido? uygun mu?

davay.

0 comments: