26 Mart 2010 Cuma

otobiyografi

kimi insanoğlu bayılır kendini anlatmaya. konu ne olursa olsun, ciddiyetinden bağımsız olarak illaki bir yerlerde kendisi ile ilgili bir tanım yapar, araya bir metafor sokuşturur, böyle bir havalara girer, bacak bacak üstüne falan atar. "bak mesela ben" ile başlar ekseriyetle ve ta ki, muhatabının sabrının sınırına kadar devam eder anlatmaya.

sevmem ben öyle insanları. arkadaşım, bana neden kendini anlatıyorsun? neden yalandan bahsederken, aslında durup dururken; "hayatta yalan söylemem ben deyip de adamın aklına yalanı düşürüyorsun? bıraksana seninle ilgili tanımları ben yapayım? seni nasıl bilmek istiyorsam, aklımda nasıl ve ne kadar yer edebiliyorsan, bırak da onu yerine ben kazıyayım. çok iyi kek yaptığını bilmeyivereyim mesela ya da çocukken aldığın en güzel hediyeyi.

bir yerden sonra biyografi okumaya benzer bu tiplerle sohbet etmek ki, -özellikle gereksiz hallerde- biyografi konseptinden ve biyografi okumaktan beş birim nefret ediyorsam, otobiyografi yazmaktan da en az yirmibeş birim nefret ettiğimi fark ettim yakın geçmişte. (her gün yazdığım bir şeydir çünkü, tabi.)

fevkalade ciddi bir hadise var ortada. öz geçmişten hallice, baya kompozisyon gibi, yeni yüzyılın en büyük ressamlarından, fotoğraf sanatçılarından ya da ne bileyim; şahane gol krallarından biriymişim gibi bir otobiyografi yazmam lazım. çarpıcı ama yalın, yer yer komik ama kesinlikle gayriciddi olmayan bir şeyler çıkartmalıyım ve ilk üç saatin sonu itibariyle yalnızca ilk cümlemi bitirebilmiş durumdayım. sanırım işin ciddiyetiyle üzerimde oluşan baskıyla ilgili. bir de çok öyle biyografilik (biyografik diye bir kelime var mı acaba?) bir hayatımın olmamasıyla. ne yazılır lan biyografiye? sıradan, normal, şahane bir insanım ben. manyak mı bu herifler biyografi istiyorlar ve "öz geçmiş değil, otobiyografi" diyorlar üstüne basa basa. bir albüm yapmışlığım, bir paparazzilere yakalanmışlığım yok ki. wikipedia bile otobiyografi için "bir düşünürün, sanatçının, sporcu ya da tanınmış bir kimsenin kendi yaşam öyküsünü anlattığı eserdir" diyor ve bildiğiniz gibi ben bu kategorilerden hiçbirine girmiyorum.

aslında şimdi düşündüm de, düşündüğüm şeylerden bağımsız olması kaydıyla düşünür olarak nitelendirilebilirim belki. çok kişisel düşünceler çünkü benimkiler, hemen hepimizin düşündükleri gibi. hani insanlığa faydalı olabilecek şeyler, evrenin sırları, kuran’ın şifreleri falan hiç benim ilgi alanlarıma girmiyor. az önce "haftasonu naapsak yaa?" diye düşünüyordum mesela, sonra da "yatmadan bi duş alsam mı, yoksa sabah mı alırım?" diye. oha kayda değer hiçbir şey düşünmediğimi düşündüm. bu kayda değer bir şey olabilir mi acaba? hani insanın kendi düşündüklerini düşünmesi? sorgulayıcı, yanıt arayan, özeleştirici bir bakış gibi?

yazamıyorum resmen. eskiden olsa direk vazgeçerdim ama artık uslandım. her zaman yapmak istediklerimi değil, arada bir yapmam gerekenleri de yapıyorum ama terazide yapmak istediklerim yine de ağır basıyor olsa gerek. bunu en azından eşitlemeli diye düşündüm bak.

neyse.
şimdi bi duş alıp mum ışığı eşliğinde kitap okuyacağım. (hayır romantik oluşundan değil; yatak odamda hala gece lambam yok!) yazınsal sanatların beni bitirdiğini düşünüyorum şu an. çok iyiymiş lan bu, twitter’ın düşünseli resmen. güzel bir 3rd party uygulama olsa da zihnimizdekileri okuyup update etse twitter'ı, ne enteresan olur, ne canlar yanar.

yarın yazarım artık otobiyografimi. (bu aslında böyle bir günde yazılabilen bir şey olmamalı di mi? hani yıllarını falan verenler var büyük adamların biyografileri için? gerçi onlar araştırmaya veriyorlardır heralde yıllarını, sırf yavaş yazdığı için her beş yılda bir biyografi yayımlayan araştırmacı yoktur heralde) çok tembel, kayda değer hiçbir şey yapmadan geçirdiğim bir gün oldu perşembe benim için, başladığı gibi bitirmekte fayda var. yarın bitirebilirsem bir kısmını buraya da yazarım, okur okur gülersiniz ibneler.

üff kim duş alıcak şimdi bi saat diye düşünüyorum tam şu anda.

üff ama cidden!

0 comments: